3 Mayıs 2011 Salı

60 yıl sonra Beat Kuşağı

Geçtiğimiz hafta içinde yayın dünyasında yeni bir haber gündeme bomba gibi düştü. Sel Yayıncılık tarafından yayımlanmaya başlayan William Seward Burroughs’un meşhur cut-up üçlemesinin ilk kitabı Yumuşak Makine hakkında Çocukları Muzır Yayınlardan Koruma Kurulu tarafından soruşturma başlatıldı. Ne tesadüf ki, bundan iki yıl önce yine Sel Yayınları, cinsellik kategorisinde yayımladığı Genç Bir Don Juan’ın Maceraları, Görgülü ve Bilgili Bir Burjuva Kadınının Mektupları ve Perinin Sarkacı isimli kitaplar nedeniyle davalık olmuştu. Şimdilerde ise yayınevine Burroughs nedeniyle yine mahkeme yolları gözüküyor.
            Burroughs yazar kimliğinin de ötesinde aktivizmi ve Amerikan popüler kültüründeki edebi-siyasi pozisyonu sebebiyle önemli bir isim. Bir kuşağın önde gelen sembollerinden biri olması nedeniyle aynı zamanda tarihsel bir figür:
            Beat Kuşağı…
            Burroughs Jack Kerouac ve Allen Ginsberg ile birlikte Amerika’nın 60’larına damgasını vuran Beat Kuşağı’nın öncü kuvvetidir. Kendilerine daha sonraları katılan Gary Snyder ve Lawrence Ferlinghetti gibi dönemin ünlü edebiyatçıları/şairleriyle yepyeni bir zihniyeti, bir siyasi duruşu, entelektüel muhalefeti başlatmışlardır.
            İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından yerleşik Amerikan değerlerine, tipik Amerikan muhafazakâr yaşam tarzına ve onun adeta üzerine inşa olunduğu inanç ve düşünüş biçimlerine yükselen ilk büyük, ciddi itirazın adıdır Beat Generation.
Beat üyelerine göre Amerikan Devleti totaliter ve faşist bir idare haline gelmişti. Beat Kuşağı’nın ve Amerikan savaş karşıtlığının/anti-militarizminin en büyük simgelerinden olan Howl (Uluma) şiirinde Ginsberg “Neslimin en iyi beyinlerinin çılgınlıkla yıkıldığını gördüm” der. Hiç şüphesiz ki bu beyinleri yıkan kurulu Amerikan sistemidir…
Ginsberg, dönemin bir diğer önemli edebiyatçısı Michael McClure’a göre, “Amerika’nın sert duvarına, ordularına, akademilerine, kurumlarına, düzenin sahiplerine ve güç destekli temellerine karşı gürlemiştir”. Öyle ki, şiir yayımlanır yayımlanmaz toplatılmış; yayıncısı Ferlinghetti yargılanmıştır.
America adlı şiir ise Ginsberg’ün Amerikan devletine ve militarizmine olan reddiyesi gibidir: “America, when will we end the human war? Go fuck yourself with your atom bomb…” (Bu şiirin Cevat Çapan çevirisi Türkçede görebildiğim kadarıyla en iyisidir.)
Burroghs, Kerouac ve Ginsberg önderliğindeki Beat Kuşağı ABD’ye Sosyal Yalan (Social Lie) adını layık bulmuştu:
Amerika’nın durumu, zenginliği, imkânları söylendiği şekliyle tamamıyla bir sosyal yalandı onlar için. Fakirlikten ve açlıktan ölen insanlar Beat üyelerini ülkelerinden tiksindiriyordu. İnsanların giydiklerine, kullandıkları arabalara ve tatillerini geçirdikleri yerlere göre değerlendirilmesi ve bunun hiç kimse tarafından yadırganmayacak şekilde yaygınlaşıp, adeta bir hayat algısı oluşturmasına itiraz ediyorlardı.
Beat üyelerine göre, devletin koyduğu her kurala sorgu sual etmeksizin robotik bir şekilde itaat etmek asla kabul edilebilir değildir. Bırakın devleti ve onun koyduğu kuralları, kilisenin varlığı dahi gereksizdir. Anarşizmin zirvelerinde gezinen bu düşünceye göre, bir inanç kurumu olmanın ötesine uzanan Kilise oldukça uzun bir süredir toplumsal bir otorite kaynağı halindedir. Devlet, devletin kuralları, bizzat devlet tarafından verilen eğitim ve en nihayetinde Kilise tarafından oluşturulan sözde inanç dünyası ile “ideal bireyler” yetiştirilmektedir. Ama kimin için ideal? Esas sorulması gereken soru budur bu kuşağın temsilcilerine göre.
Amerikan Rüyası’nı bir sosyal yalan olarak niteleyen, Amerikan devletinin tüm kurum ve kurallarını reddeden Beat Kuşağı’na göre, “bireyler ancak ve ancak kendilerini saran tüm bu unsurlardan ve ahlak olarak lanse edilen gayri ahlakiliğin tasfiyesinden sonra tam manasıyla insan hayatı sürebilirler”.   
Beat Kuşağı’nın Amerikan konformizmine olan şiddetli eleştirisi ve itirazı ise kendisini bu kuşağın ürünlerinde bir hayli yoğun olarak kullanılan uyuşturucu kullanımı, eşcinsellik ve anarşizmde göstermişti.
Burroughs da eserlerinde bunu hayli yoğun bir biçimde kullanmıştı. Zaman zaman pornografik bir düzeye erişecek kadar…
Cut-up adı verilen ve kendisi ile anılan yeni bir teknikle yazmıştı meşhur üçlemesini Burroughs. Bir nevi kolaj olarak görülebilecek bu teknikte Burroughs popüler kültürün bir çok öğesini aynı anda kullanmış; kendi deyimiyle “seçkin silahları bir araya getirmiştir”. Üçlemenin ilk eseri şimdilerde ülkemizde soruşturma konusu olan Yumuşak Makine idi. 1961’de Soft Machine ismiyle Amerika’da yayımlandı. Serinin ikinci kitabı The Ticket That Exploded (Patlamış Bilet adıyla Sel Yayıncılık tarafından Türkçe’ye kazandırıldı) 1962’de; üçüncü ve son kitabı olan Dead Fingers ise 1963’te yayımlanmıştı…
İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’sında bir post-war aktivizmi olarak ortaya çıkan, 1948’de New York Times’da John Holmes imzasıyla “İşte Beat Kuşağı” adıyla yayımlanan bir makale ile protest kimliğini ilk kez gün ışığına çıkaran, kendisinden sonra gelecek Hippilere ve Çiçek Çocuklara ilham kaynağı olan, Bob Dylan ve Jim Morrison’dan Janis Joplin’e uzanan bir müzik kültürünün damarlarına kan pompalayan Beat Kuşağı ile ülkemiz yarım yüzyıl sonra bambaşka bir çağda bambaşka bir algılar, imajlar dünyasında, son yılların moda tabiriyle, yüzleşiyor…
60’lar gençliğinin siyasal ve kültürel muhalefetini temsil eden, o dönemin dünyasını kasıp kavuran Beat Kuşağı’nın temel ürünlerinden 21. yüzyılda bir ülkenin gençliğini koruma altına almaya çalışmak…
Çoğunluğunun Beat Kuşağı’nın ne olduğundan bile bihaber olduğu bir gençliği Burroughs’un satırlarına karşı koruma altına almak…
Her tür bilginin saniyenin onda birinde ulaşılabilir hale geldiği günümüz dünyasında basılı metni gençliğe zararlı bulmak…
Ne denebilir ki?
An gelir söz biter…

Okuma Önerisi:
James J. Farrell, The Spirit of the Sixties-Making Post War Radicalism, Routledge, New York, 1997.