8 Ekim 2011 Cumartesi

“GÜLÜMSETEN” ANILAR

            Hıfzı Topuz ismi ile üniversiteye başladığım yıl bir sahafta bulup, satın aldığım Gerçek Yayınevi’nin ünlü 100 Soruda serisinden çıkan Türk Basın Tarihi adlı kitabı ile tanışmıştım. 1973 tarihli ilk baskısını edindiğim o kitabı ince ince, altını çizerek okuduğumu hatırlıyorum. Zaman zaman bilimsel çalışmalarımda kaynak olarak Türk Basın Tarihini kullanmaya devam ediyorum.
            Zaman içinde Hıfzı Topuz’un tarihi roman olarak değerlendirilecek Gazi ve Fikriye, Meyyale, Taif’te Ölüm, Paris’te Son Osmanlılar, Devrim Yılları, Özgürlüğe Kurşun, Başın Öne Eğilmesin ve Abdülmecit gibi eserlerini okuyarak külliyatına hâkim olmaya çalıştım.
            Oldukça çalışkan ve üretken bir yazar olan Topuz daha önce yayımladığı Parisli Yıllar, Elveda Afrika Hoşça Kal Paris gibi anı kitaplarına ek olarak şimdi de Gülümseyen Anılar isimli hatıraları ile karşımızda. Kitap, alt başlığından ve yazarın önsözünden de anlaşılacağı üzere, Topuz’un 2004’te Eski Dostlar adıyla yayımlanan ve sekiz baskı yapan hatıratının yeni bir içerik kazandırılmış hali. Bu yeni içerik, yazarın daha önce yayımlanmamış Paris anılarını, 70’lerin ortalarında TRT’de yaptığı söyleşilerden bir seçkiyi ve yaşamında yer etmiş dostlarını anlattığı bölümleri kapsıyor.   
            Gülümseyen Anılar beş bölümden oluşuyor. “Babıâli’den Anılar” başlıklı birinci bölümde Hıfzı Topuz gazeteciliğe başladığı 1947 yılından UNESCO’da görev almak üzere Paris’e gittiği 1959’a dek Babıâli’de yaşadıklarını anlatıyor. Yazarın meslek anıları, birlikte çalıştığı basın mensupları ve meslek büyüklerinin yanında döneme ait gözlemler ve tanıklıkların oluşturduğu bu bölümde oldukça ilginç detaylar yer alıyor. Okurken kâh şaşırıyor kâh kitabın ismi gibi gülümsüyorsunuz. Örneğin, Sevr Anlaşması’nı Osmanlı Devleti adına imzalayanlardan birisi olan ve Cumhuriyet döneminde 150’liklerden birisi olarak yurtdışına sürgüne gönderilen Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ile yazar arasında geçen bir diyalog sahiden çok enteresan. Yazarın çalıştığı Akşam Gazetesi’ne ara sıra uğrayan Rıza Tevfik bir gün genç muhabir Hıfzı Topuz’dan kendisine Marksizm’i anlatmasını istiyor. Koskoca filozof, şair ve devlet adamı Tevfik nasıl olur da Marksizm’den bihaber olur diye düşünüyor genç gazeteci Topuz kendi kendine ve ekliyor: “Osmanlı İmparatorluğu’nu kimlerin yönettiğini bir kez daha anlıyordum” diyor. (s.21) Ardından da sınıf çatışması, tarihsel materyalizm vs ile anlatmaya çalışıyor, okuması için kaynak kitaplar öneriyor.
            Hıfzı Topuz aynı bölümde ilk dış gezisi olan Suriye seyahatine yer veriyor. 1949’da bir askeri darbe ile yönetimin el değiştirdiği Suriye’ye türlü zorluklar ve yokluklar içinde ulaşan Topuz burada yaptığı üst düzey görüşmelerin yanı sıra gözlemlerini de aktarıyor. Yazarın anlattıkları ve üslubu sayesinde 50’lerin başındaki Ortadoğu okurun zihninde somutlaşıyor.
            Ve Türk gazeteciliğinin ilk sendikalaşma serüveni. 1953’te Hıfzı Topuz ve birkaç meslektaşının öncülüğünde kurulan Gazeteciler Sendikası birincil amaç olarak basın çalışanlarının haklarını korumayı kendisine görev ediniyor. Yazarın şu ifadeleri sendikanın niye böyle bir seçimde bulunduğunu açıkça ortaya koyuyor: “1950’lerin başlarında yalnız Akşam’da değil, öteki gazetelerde de gazetecinin hiçbir güvencesi yoktu. Patronlar diledikleri gibi adam alırlar, istedikleri anda gazetecinin işine son verirlerdi. Tazminat ödemek gazete sahibinin keyfine kalmış bir şeydi.” (s.52) Türk basınında benzer durumların 60 yıl geçmesine rağmen hala sürmekte oluşu sahiden üzüntü verici. Günümüzle bir benzerlik daha var üstelik. Topuz’un genel sekreterliğini yaptığı sendika, şimdiye dek sayısız örnekte yaşandığı gibi, grev hakkı istemek suretiyle “siyaset yaptıkları” gerekçesiyle DP iktidarından baskı görmüş, bizzat Başbakan Menderes tarafından kapatılmakla tehdit edilmiş. (s.59)
            Gülümseyen Anılar’ın birinci bölümü okuyucuda bir nostalji etkisi yaratıyor. Bir meslek olarak gazeteciliğin idealist gençler tarafından, büyük bir meslek aşkıyla, çoğunlukla asgari ücretin dahi çok altında maaşlar karşılığında, geçim zorlukları çekerek yapıldığı günlere götürüyor okuru. Ancak bu dönem çok uzun sürmüyor. Dış dünyada gelişmelere paralel olarak Türkiye’de yaşanan köyden kente göç, tarımda makineleşme, ekonominin dışa açılması gibi temel sosyo-ekonomik değişimler basın dünyasını da kaçınılmaz bir değişim sürecine sokuyor. Türk basını büyük sermayenin ilgi alanına girmeye başlıyor. Bunun bir sonucu olarak 30’lu, 40’lı yılların meslekten gazeteci olan, matbaada yetişen gazete sahiplerinin yerini 50’lerde basın dışı meslek gruplarından gelen sermaye sahibi yeni isimler almaya başlıyor. Aynı süreçte maddi zorluklar içine giren küçük gazeteler tiraj kaybediyor, git gide yaşayamaz hale geliyor. Büyük balığın küçüğü yutma süreci de böyle başlıyor. Topuz’un hatıralarında tüm bunlar başarılı bir şekilde okuyucuya yansıtılıyor.
            İkinci bölüm ise “Paris Yılları” başlığını taşıyor. Hıfzı Topuz’un UNESCO görevlisi olarak Paris’te yaşadığı dönemde tanıştığı, görüşme fırsatı bulduğu ünlü simalarla olan anılarının yer aldığı bu bölümde ilginç bilgiler dikkat çekiyor. Örneğin, ünlü ressam Picasso’nun bir eski Türk sanatı meraklısı ve Nazım hayranı olduğunu öğreniyoruz. (s.112) Bunun dışında Mustafa Kemal tarafından Türkiye’de bir bale okulu açmak üzere 1937’de davet alan ünlü Rus balet Serge Lifar’ı tanıyoruz. Yazarın Lifar’la olan görüşmesinden naklettiğine göre, Mustafa Kemal’in sağlığının bozulması ve kısa süre sonra yaşamını yitirmesi nedeniyle bu proje hayata geçirilememiş; Ata’nın ölümünün ardından da arayıp, soran olmamış. (s.134) Birkaç sayfa ilerde ise Türkiye’den kaçıp, Moskova’ya sığınan Nazım’ın orada da benzer baskılara maruz kaldığını, resmi kanallardan ölüm tehditleri aldığını; ne ülkesinde ne de gurbette rahat bırakılmadığını okuyup, bir kez daha burkuluyoruz. (s.144) Aynı bölümde 68 kuşağı Paris’inin belleklerde yer tutmuş izlerini Topuz’un o günlere dair hatırladıkları ile bir kez daha tazeliyoruz. Boykotlar, eylemler, sloganlar… “Solcu” Hıfzı Topuz, o günkü heyecan, yüreklerdeki devrim ateşini ve “büyük umutları” “artık aydınlık ve özgür günler gelecek, diktatoryasız, sömürüsüz bir yaşam düzeni kurulacak” sözleriyle okuruna aktarıyor. (s.147)
            Kitabın üçüncü bölümü ise Hıfzı Topuz’un 1974-1975 yıllarında TRT Genel Müdür Yardımcısı olarak yaptığı TV söyleşilerinden oluşuyor. Bu söyleşilerden ilkinde şairliği ve ressamlığı üzerine bir değerlendirme yapan Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Türk entelektüelinde oluşmuş Fransa ve Paris fetişizmini eleştiren sözlerini okuyoruz. Bedri Rahmi’ye göre Çin’den Amerika’ya, İran’dan Kızılderililere dek incelenecek, esinlenecek pek çok kültür vardır oysa (s.183). Bedri Rahmi’nin ardından Melih Cevdet ile modern Türkiye’nin kökenlerini aramak üzere Anadolu uygarlıklarına, özellikle Hititlere doğru bir yolculuğa çıkarken (ss.186-194), Samet Ağaoğlu ile yapılan söyleşide Ağaoğlu’nun babası Ahmet Ağaoğlu ile arasında yaptığı kuşak karşılaştırması ile son dönem Osmanlı tarihi ve erken Cumhuriyet dönemine sosyo-kültürel açıdan bakıyoruz.(ss. 212-213) Söyleşi yapılan isimlerden bir diğeri olan Necip Fazıl’ın bir dönem Abidin Dino, Fikret Adil ve Oktay Akbal ile çevrili bir ortamdan Büyük Doğu çizgisine kayan kişisel serüvenine Güzel Sanatlar Akademisi’nden öğrencisi Hıfzı’nın gözlerinden tanıklık ediyoruz. (ss.217-218)
            Gülümseyen Anılar’ın dördüncü bölümü Hıfzı Topuz’un yaşamında kendi deyimiyle “iz bırakmış” birkaç dostuna ilişkin yazdıklarından oluşuyor. Bunlar arasında karikatürist Ferruh Doğan, toplumbilimci-yazar Emre Kongar, ki Topuz’a göre onu roman yazmaya teşvik eden Kongar’dır, ünlü romancı Yaşar Kemal ve Melih Cevdet Anday gibi isimler yer alıyor. Bu bölümün son parçası olan “Gidenler ve Kalanlar” ise yazarın hayatından gelip geçen, çoğu yaşamını yitirmiş dostlarına bir saygı duruşu, bir selam adeta. (ss.288-291) O satırların kitabın geri kalanından farklı bir biçimde, hüzünle yazıldığı o kadar belli oluyor ki okur olarak bunu hissedip, siz de hüzünleniyorsunuz.  
            Beşinci ve son bölüm ise Topuz’un 50’lerin başlarında değişik gazetelerde yayımlanan, Napoli ve Dakar gibi dünyanın farklı noktalarında başından geçen enteresan anıların yer aldığı kısa bir kapanış olarak değerlendirilebilir.
            Gülümseyen Anılar, Hıfzı Topuz’un sıcaklığını ve içtenliğini yansıtan bir hatıra kitabı olarak adının hakkını veriyor doğrusu. Birkaç hüzün verici ve olumsuz olarak nitelendirilebilecek anı haricinde kitap, yazarın yaşamına ait tebessümle hatırlanan kesitlerden oluşuyor. Topuz’u okuyanların aşina olduğu akıcı üslup sayesinde oldukça keyifli ve sürükleyici olan bu eserle romanlarını okuduğumuz Hıfzı Topuz’u, bu kez özel yaşamı ve anıları ile yakından tanıma fırsatı yakalıyoruz.
            Topuz’un daha önceki bazı kitaplarında ad dizini olmaması eleştiri konusu olmuştu. Bir yönüyle politikadan sanata, basın dünyasından edebiyata adeta yerli yabancı bir portreler geçidi olarak nitelenebilecek Gülümseyen Anılar’ın sonuna yayıncı tarafından bir ad dizini konması okurlar ve araştırmacılar için son derece yararlı olacaktır.
            Türk basınının Cumhuriyet’le yaşıt duayen ismi, örnek bir Cumhuriyet aydını ve Emre Kongar’ın deyişiyle “anıt insan” Hıfzı Topuz’un Gülümseyen “ve Gülümseten” Anıları’nı okumak her okuyucu için keyifli bir tecrübe olacağını söyleyebilirim.

Hıfzı Topuz
Gülümseyen Anılar
Remzi Kitabevi
Birinci Basım: Ekim 2010